Dünya sandığından daha küçük

Benim bir bakkalım yok. Bir kuaförüm yok. Bir komşum yok limon bitince kapısını çaldığım. Bir dostum yok daralınca “hadi gelsene” diye telefon açabileceğim. Bir arkadaşım yok atlayıp kahve içmeye gidebileceğim.

ak5 Dramatik olsun diye yazmıyorum. Ben buyum. Zaten hayatımın hiç bir evresinde komşu-limon ilişkisi kurmuşluğum yok. (Yedek limon bulunduruyorum)

Haftada bir başka bir ülkede uyanıyorum. Bazen gün aşırı. Haftada bir başka bir dil konuşuyorum. Haftada bir başka yol tabelaları, başka reklamlar, başka ürünler görüyorum marketlerde. Haftada bir başka marka süt alıyorum. Tam bir suyun tadına alışmışken başka bir su içiyor oluyorum sonraki hafta. Ayda bir başka kuaföre gidiyorum. Her sehirde bir kuaforum var.Olmazsa yenisini buluyorum veher seferinde başka bir dilde saç kesimimi tarif etmeye çalışıyorum. Onlar da hiçbir zaman bir önceki rengi ve kesimi tutturamıyorlar ve ben her aynaya baktığımda başka biri ile karşılaşıyorum.

Benim bir bara gidip “her zamankinden!” deme şansım yok. Bir süre sonra yanaştığımız marinalardaki cafe&bar’lar bizi, biz onları biliyor oluyoruz ancak o mekanlara da belki yeniden aylar sonra uğruyoruz.

Ben denizin üzerinde yaşıyorum. Ayağımın altındaki zemin hiç bir zaman sabit değil. Hayır başım dönmüyor, hayır karaya çıkınca sallanmaya devam etmiyorum. Ancak suyun üzerinde iki haftadan fazla kaldığım zaman dizlerimin garip bir şekilde ağrımış olmasından anlıyorum ne zamandır karada yürümediğimi.

Benim “hayallerimin evi” yok. Var ama buralarda yok. Dekorasyon dergilerinde gördüğüm her ev benim için artık birbirine benzeyen mobilya öbeklerinden ibaret. Bunların hiç biri ilgimi çekmiyor. Sahip olduğum tek ulaşım aracı bir bisiklet. Onu da katlanıp her yere taşınabilen bir model olarak seçtim.

Özlediğim bir şehir yok. Özlediğim anlar oluyor sadece. O da adı üzerine; “an”…Yani bir an sonra geçip gidiyor..

Altı adet telefon sim kartım var (Şimdilik) Hangi ülkenin sınırlarına girdiysem o sim kartı takıyorum. Tanıdığım çoğu insan bütün numaraları bilmediği için de telefonum genelde hiç çalmıyor. İnternet bütün iletişimi sağlasa da bir süre sonra devamlı yazıştığımı ama hiç konuşmadığını fark ediyorum.

Bir durum karşısında istediğim gibi sinirlenemiyorum. Bildiğim küfürler yaşadığım ülkelerde işe yaramıyor. Dilediğim gibi hızlı hızlı, ağzıma gelen en hararetli kelimelerle tartışamadığım için de tartışmaktan vazgeçiyorum.

Ben her zaman başka dillerde sevişiyorum.

Bir şey olduğunda meşhur deyimlerimizden kullanamıyorum. Benim “kolay gelsin” dediğim bir esnafım yok. Diyesim geldiğinde de cümle öyle havada kalıyor! Çünkü “kolay gelsin’in başka bir dilde karşılığı yok. Bir aşçıyım ama kimse bana “eline sağlık” demiyor. İnsanlar yemekten sonra bana teşekkür edince “afiyet olsun” yerine “enjoy your meal”,“buon appetito” ya da “bon appetit” diyebiliyorum ama bu dillerde bizimki gibi yemekten sonra değil önce söylenir bu terimler. Yemek için teşekkürler dediklerinde “bir şey değil” yerine refleks olarak “buon appetito” dediğimde tuhaf kaçıyor, cümle yine havada kalıyor!

ak6

Peki ya aşk?Resim

Her şey bu kadar kaygan zeminde olunca, aşk da içine su kaçmış arkası yapışkanlı sticker’lar gibi düşüveriyor kolayca kalpten. Özleme duygusunun olmadığı bir hayat bu. Aileyi de sevgiliyi de özleyemiyorsun. Sen gidensin. Kalan onlar. Filmlerdeki gibi, kıyıda gözyaşlarını sildiği mendilini sallayarak sana veda edenler özlüyor seni. Sen, arkasına bile bakmadan yola devam edensin.

Gittiğin yollar uzadıkça, ülkeler çoğaldıkça, denizler okyanuslara dönüştükçe, anlıyorsun ki dünya sandığından çok daha küçük. Kıyıda kalanlar için sen, onlara kocaman gelen dünyanın diğer ucunda çok çok uzaklardayken, senin içinse dünya ufacık oluyor. Çünkü biliyorsun ki sen her zaman her yerde olabilme özgürlüğüne sahipsin.

Bütün bu yersiz yurtsuzluğa, bu geçiciliğe, bu özlemsizliğe rağmen aklında her zaman taşıyabildiğin biri varsa da, anlıyorsun ki dünya, mesafe diye bir şeyin olmadığı kadar küçük, zamansa, aşamayacağın tek mesafedir.